Üzerinde markaları yazmasa sizce kadınlar ünlü bir modacının tasarladığı bir etekle sıradan bir üreticinin eteğini ayırt edebilirler mi? Muhtemelen hayır. Sadece kadınlar değil, büyük çoğunluk markalar olmadan ürünleri ayırdedemez.
Çoğu insan yediği peynirin, içtiği kolanın tadını ezbere bildiğini; gözü kapalı bile olsa kendi markasını tanıyacağını iddia etse dearaştırmalar bunun tam tersini kanıtlar. Yapılan testler bizim bu konudaki performansımızın son derece kötü olduğunu gösterir. Kullandığımız markamızı çok sevdiğimiz için onu her koşulda ayırt edeceğimizi zannederiz ama gerçekler bunu yalanlar.
Bize güven veren markanın ismidir. Eğer bizim güvendiğimiz, değer verdiğimiz marka ürünün üzerinde duruyorsa biz o ürünü beğeniriz. Marka ürünün üzerinden kaldırıldığında ise ürün, artık bizim bildiğimiz ürün olmaktan çıkar. Kabullenmesi zor ama bize güven veren bizim ürünleri değerlendirme kıstaslarımız değil ürünün markasıdır. Ürünün üzerinde marka yoksa biz o ürüne güven duyamayız.
Marka bize sadece güven vermez; aynı zamanda o ürünü sevmemizi, beğenmemizi de sağlar.
Marka sanki bir sihir gibidir. Üzerinden markasını çıkardığımız zaman ürünlerin “büyüsü bozulur” adeta.
Birçok ürün, ancak markalandığı zaman ete kemiğe bürünür ve ait oldukları dünyaları temsil etmeye başlar. Gazlı içeceklerden pahalı şaraplara, moda kıyafetlerden deterjana kadar birbirine benzer ürünler arasında gerçek “farkı” yaratan ürünlerin fiziki özellikleri değil taşıdıkları markalardır. Aynı markanın ürettiği, birbirinin aynı iki ürünün üzerine farklı marka isimleri koyulduğunda bile tüketiciler bu ürünleri farklı olarak algılar. (Marka bir illüzyon mudur?)
Eğer marka tüketicin zihninde müstesna (özel) bir yere sahipse markanın logosu, vitrini, ambalajı hatta alışveriş torbası bile sihirli bir etkiye sahip olabilir. Ünlü markaların torbalarını ya da kullanılmış kutularını, şişelerini yıllarca saklayan insanlar, bu davranışlarıyla aslında markanın üründen daha önemli olduğunu kanıtlarlar.
Markalar ilk ortaya çıktıklarında, iki rakip ürünü birbirinden ayıran isim, işaret ve renklerden ibaretti. Fakat zamanla markalar ait oldukları ürün dünyalarının çok ötesinde bir anlama kavuştular.
İlk başta kaliteli ürünlerle birlikte doğmuş ve uzun yıllardan sonra söhret olmuş markalar, bu sürecin sonunda ait oldukları ürünlerin de ötesinde bir anlama kavuştular. Mesela çok nitelikli çanta üreten bir markanın anlamı çantadan taşarak lüks kategorisinin tamamını markalayacak boyutlara ulaştı. Bazı büyük markaların anlamları ve simgeledikleri değerler o kadar değerli oldu ki adeta büyülü birer isim haline geldiler. Bu markalar sadece kendi ürün gruplarında değil, isimlerini verdikleri (markaladıkları) bütün ürünlere kendi anlam ve itibarlarını taşıma gücüne kavuştular. Bu markalar tüketiciler üzerinde sanki "büyüleyici" etkiye sahip oldular.
Tabii, bir ürünü çok kaliteli yapmak ya da çok iyi reklamlar yapmak yukarıda anlatmaya çalıştığım "büyüleyici" bir marka yaratmak için yeterli değil. "Büyüleyici bir etkiye" sahip olmak kısa zamanda elde edilebilecek bir başarı değil elbette.
Etrafında halesi (aura) olan bir marka yaratmak ancak uzun vadeli bir stratejiyle varılacak bir hedeftir.
Büyüleyici olan, yalın da olsa kendine has bir özellik, bir özgünlük, zarif bir ayrıcalık, bir tür zanaatkârlık hatta sanatsallık, estetik, özenli bir kalite ve sunuş içerir.
Büyüleyici bir marka yaratmanın söylemesi son derece basit ama yapması uzun dönemli bir anlayış ve tutarlılık gerektiren kuralları vardır. Büyüleyici bir marka yaratmak, mükemmel bir ürünü, zeki ve estetik bir tasarımla, müşterinin ödemeye hazır olduğu bir fiyatla onun bulunduğu yer ve zamanda karşısına çıkarma işidir. İster lüks ve pahalı ister günlük ve ucuz olsun bizim bağlandığımız, sihirli bulduğumuz bütün markaların ortak özellikleri bunlardır. Bu markalar her yönüyle en ince ayrıntısına kadar “düşünülmüş” oldukları için sihirlidirler.
Büyüleyici bir marka yaratmak, yaratıcılıktan, yenilikçilikten, özgünlük ve orijinallikten taviz vermeden ve kestirme yollara sapmadan uzun vadeli bir anlayışı yedi gün, yirmi dört saat hayata geçirmekle mümkündür.
Büyüleyici markalar, sıradan olanlardan bir çırpıda ayrılırlar. “Bolluk” içinde yok olmazlar, aksine kendilerine ait dikkat ve ilgi alanı açarlar. Bu markaların yaptıkları her şeyde adeta bir “şeytan tüyü” gizlidir.
Büyüleyici markalar, kendilerine has kararlı bir duruşa sahiptirler. Büyüleyicilikleri abartılı olmalarından değil, özgüvenli tavırlarından ve bu güvenle gelen “sıradışı işler yapma cesaretlerinden” gelir.
Sadeliklerinin ardında bile her yönüyle “düşünülmüş” incelikler barındırırlar.
Guy Kawasaki’nin de dediği gibi, “Büyüleme, insanların akıllarını, gönüllerini fethetmek ve onların gönüllü olarak davranışlarını değiştirmeleri demektir." Büyüleyici markalar sıradan ürünleri olağanüstü deneyimlere dönüştürmede, insanların dirençlerini kırıp kemikleşmiş alışkanlıklarını değiştirmede ustadırlar.
Bu markaların yarattıkları aslında tam anlamıyla “tutku dolu deneyimlerdir”. Tutku (passion) kelimesi köken olarak “passive” (pasif) ve “action” (eylem) sözcüklerinden türemiştir. Bir duygu eğer “tutku” yoğunluğuna erişmişse akıl pasifleşir hatta devreden çıkar ve tutku bizi esir alır. Yaşadığımız bu tutku bizim için o kadar değerli olur ki onu defalarca yaşamak için aklımızı zorlayan kararlar alırız.
Kendimizi tutkularımıza kaptırdığımızda satın aldığımız giysi, aksesuar, elektronik gibi ürünler pek de akılla açıklanacak türden davranışlar değildir. Büyüleyici markalara sahip olmak için tutkularımızın peşinden koştuğumuzda aklımızı sadece iyi “nedenler” üretmek için kullanırız.
Büyüleyici markalar ”ödevini iyi yapan” yöneticilerle değil, “ilham veren” liderlerle yaratılabilir. Büyüleyici markalar için vizyonu olan liderler gerekir.
Guy Kawasaki, "büyülemenin" yalnızca “dışarıya yönelik” değil, markanın tüm değer ortaklarına ve çalışanlarına da yönelik olması gerektiğini söyler. Bir şirketin müşterilerini etkilemek için önce kendi değer ortaklarını etkilemeyi başarması gerekir. Sıra dışı markalar yaratmak isteyen bir şirketin en az görünen yüzü kadar, görünmeyen “arka bahçesinin” de etkileyici olması gerekir.
Bu nedenle büyüleyici bir etkiye sahip marka yaratmak bir şirkette sadece pazarlama departmanının çabasıyla yapılabilecek bir iş değildir. Şirketin tamamının aynı anlayış ve kültürü paylaşması gerekir.
Kawasaki'ye göre bugünün yüksek rekabet dünyasında "büyüleyici marka" olmak demek, insanların hayatlarını kolaylaştıran bir “zekaya” ve kendine özgü bir zarafete sahip, her ayrıntısı “düşünülmüş”, kullanıcısını daha güçlü kılan, onları iyi hissettiren bir marka olmak demektir.
"Büyülenmek", ilk görüşte aşık olmak gibidir, karşı koyulması neredeyse mümkün değildir.
Bugünün şirketlerinin, vahşi rekabetten sıyrılmak için insanların hayatlarına anlam katacak fırsatları yakalamaları gerekiyor.
Aslına bakarsanız insanların evi zaten ihtiyaçlarının da ötesinde ürün ve markayla dolu. İnsanlar artık daha fazla ürün değil kendilerini daha çok etkileyecek, karşı koyamayacakları, vazgeçmek istemeyecekleri, kendilerini “büyüleyecek” markalar istiyorlar.
KONUYLA İLGİLİ MAKALE VE LİNKLER
"Kaynak: Temel Aksoy - www.temelaksoy.com" . Yazı içerisinde kullanılan fotoğraflar istockphoto’dan temin edilmektedir.